Aradan geçen uzun yıllar, tıpkı insanlar gibi yapıları da yıpratıyor ve eskitiyor. Hele ki söz konusu tarihi yapılar ise, bunları daha uzun seneler koruyabilmek için bazı özel uygulamalar yapılması gerekiyor. Kısaca restorasyon.
Fakat restorasyonun bizdeki karşılığı biraz farklı, bunu pek çok ilde gerçekleştirilen çalışmalarda mutlaka görüyorsunuzdur. Yüzlerce hatta binlerce yıllık tarihe sahip mekanlar yapılan yanlış restorasyon uygulamaları yüzünden adeta tanınamaz hale geliyor
Parçaları düzgün birleştirilemeyen Roma mozaikleri, Şile Kalesi’nin son hali, İshak Paşa Sarayı’nın son hali, Eskişehir'deki Seyyid Battal Gazi Külliyesi’nin Amerikan mutfağı, yapılan çalışmalardan sonra yamalı bohça gibi kalan bazı camilerimiz, Sümela Manastırı’nın duvarı, Sille’deki kilisenin mavi kireçli hali, bahsettiğim yapılara internetten bakabilirsiniz.
Şimdi Sille Subaşı Hamamı’nda çalışmalar yapılıyor.
“İnşallah duşa kabin koymazlar” dedik haberi görünce.
Şaka bir tarafa, umarım aslını bozmayız.
Ben bilmiyorum diyene rastlamak zaten çok zor da, dünyadaki restorasyon örneklerine bakıp bilinçli ve uzman ekiplerle bu işi yapalım diyen, zannedersem hiç yok.
Şemsiyeyi yazmıyorum.
Çünkü şemsiye (Alaeddin Tepesi’ndeki), hakikaten şemsiye oldu bize! Bunu uzun zamandır sosyal medyada ve pek çok mecrada dile getiriyoruz, Başkanım tuhaf bir şey oldu diyoruz. Oradaki yapı 2. Kılıçarslan’ın bize kalan son kalıntısı.
Restorasyon deyince, beton ve cam kaplama mı akla geliyor acaba sadece? Kaş’ta Antik Tiyatro var, beton zemini yenileyeceğiz derken, tiyatronun iki sırasını betonun altında bırakmışlar…
Değişik şeyler yapıyoruz, aslına uymuyor çoğu zaman.
Sille’deki Aya Elena kilisesinin iç kısmından da bahsettim yukarıda, figürlerin üzerinden boyayla mı geçtiniz? Yapılan işlem nedir bilmiyorum ama mistik havası kaybolmuş. Kusura bakmayın.
Tarihi yapılar tabii ki korunmalı, ama bizim restorasyon çalışmalarımız ya yetersiz, ya da hakikaten biz bu işi bilmiyoruz. Vakti zamanında bu yapıları inşa edenler, özellikle de taşı müthiş bir ustalıkla kullanmış, mermere resmen ruh katmışlar.
Ama biz restore etmeye kalkınca, badanacı Osman abiyle camcı Süleyman abi aralarında anlaşıp yapıyı yeniden düzeltmeye kalkmışlar gibi oluyor. Çünkü normal bir tamir işi farklıdır, restorasyon daha farklıdır. Profesyonel bir çalışma gerektirir, uzmanlık gerektirir. Ama çoğu esere baktığınızda bütün özelliğini kaybetmiş, ruhunu teslim etmiş binalar çıkıyor ortaya.
Bir de içler acısı olan, dokunulmayan kaderine terk edilen tarihi yapılar var ki, onlar ayrı bir mevzu. Bilinen kadar bilinmeyen eserler de var.
Mesela Bozkır yakınlarındaki Zengibar Kalesi. Burayla ilgili en son 2017 yılında dönemin Belediye Başkanı “Burası turizme kazandırılacak” diye bir açıklama yapmış, şu anda durum ne, bununla ilgili bir bilgi bulamadım. 1. derece arkeolojik sit alanı ve Anadolu’nun Efes’idir Zengibar.
En son 5 tane defineci yakalanmıştı…
El atsak bir dert, atmasak ayrı dert.
Bizim ülkemiz tarihi hala nefes nefes soluyan bir ülke, ama gelin görün ki o nefesleri kendi elimizle kesiyoruz.
Laf dönüp dolaşıp yine Alaeddin Tepesine geliyor. Mevlana Müzesinin bahçesinden, çevresinden hiç bahsetmiyorum, sök-tak, sök-tak…
Zât-ı muhterem Mevlana Hazretleri çoktan toparlanıp gitmiştir inşaat gürültüsünden zaten.
“Ben bu işi bilmiyorum, bilenlere bırakıyorum” demek lazım.
Sevgi ve saygılarımla